Fas nasıl başardı?

Fas nasıl başardı?

Dört devden gol yemediler, turnuva tarihinde yarı finale çıkan ilk Afrika ülkesi oldular... Dünya Kupası'nı kazanma hayali kuran Fas bu başarıyı nasıl elde etti? Walid Regragui ve öğrencilerini inceliyoruz.

“Fas, 20 yıl sonra Dünya Kupası’ndaydı ve herkese futbol oynayabileceğimizi gösterdik. Biz, gerçek bir futbol oynuyoruz.”

Bu sözler, 2018 Dünya Kupası’nda son Avrupa şampiyonu Portekiz’e yenilerek kupaya veda eden Fas teknik direktörü Herve Renard’a aitti.

Son birkaç yıl boyunca Afrika futboluyla ilgilenen hemen her futbolseverin anlamlandıramadığı şeyler vardı bu takımda...

Kağıt üzerinde bu kadar renkli ve potansiyelli bir kadro, nasıl oluyordu da başarı elde edemiyordu?

90+5’te İran karşısında kendi kalelerine attıkları gol, Portekiz maçında oldukça üstün oynamalarına rağmen alınan 1-0’lık mağlubiyet ve İspanya karşısında tam “kazandık” derken 90+1’de Aspas’ın fileleri havalandırdığı an, bu ülkenin makus futbol talihine özet niteliğinde bir kupa hikayesi yazdı.

Bugünlerde ismine çok daha sıklıkla aşina olduğumuz Renard sonrası Fas Futbol Federasyonu, Afrika ve Asya futbolu için çok önemli bir isme, Vahid Halilhodzic’e başvurdu.

Daha evvel Fildişi Sahili, Cezayir ve Japonya’yı Dünya Kupası’na götüren ancak yalnızca Cezayir’in başında finallere çıkabilen tecrübeli antrenörün önünde bu kez Fas’ı kupaya götürme görevi vardı.

Kendi deyimiyle “bütün ülkeyi tarayarak” oluşturduğu ve neredeyse % 80’ini değiştirdiği yeni kadrosuyla yola çıkan Halilhodzic, 30 maçlık görev süresi içerisinde takımına net bir kimlik kazandırdı.

Kuvvetli ön alan presi, tempolu ve kalabalık hücumları ve 20 maçlık yenilmezlik serisiyle Fas, Afrika Uluslar Kupası çeyrek finaline en büyük şampiyonluk favorilerinden biri olarak çıktı.

Bu kez çok daha özgüvenli, futboluna inanan ve skor üstünlüğünü de yakalamış bir takım olarak soyunma odasına girdiler ancak maçın ilerleyen bölümünde karşılarınnda Salah ve Trezeguet’yi buldular.

O gün alınan yenilgi, Fas’ı çok iyi bildiği sonunu getirememe sendromuna, Halilhodzic’i de finallere taşıdığı bir diğer ülkeyle daha Dünya Kupası heyecanını yaşayamama kaderine sürükleyen zincirin başlangıcı oldu.

Ağustos sonunda, takımın başına genç bir antrenör geldi.

Sanıyorum toplu olarak itiraf etmeliyiz ki Walid Regragui isminiDünya Kupası’na kadar bilmiyor, duymuyor veya hakkında intiba edinecek kadar bilgi barındırmıyorduk.

Son olarak Wydad’ı çalıştıran teknik adam, üç maçlık hazırlık periyodunda Şili, Paraguay ve Gürcistan karşısında tek gol dahi yemeyen bir takım oluşturmayı başararak Halilhodzic sonrası sis bulutlarını bir nebze dağıtmayı başarmıştı.

Ancak Dünya Kupası’nda oldukça zor bir gruba düşmüşlerdi.

Son dünya ikincisi Hırvatistan, son dünya üçüncüsü Belçika ve ev sahibi olacağı 2026’ya iyi bir çekirdekle hazırlanan Kanada…

Kendi ifadesiyle “büyük hayaller kuran” Regragui, hiçbir düşün imkansız olmayacağını ispat edercesine harika bir turnuva geçirdi, geçirmeye devam ediyor.

Pragmatizmin dibini sıyırmak

Daha önce tek bir kez bile olsa satırları paylaştığımız herkes, kendimce ideal olduğunu düşündüğüm teknik direktör tanımıma tanıklık etmiştir.

İlk kez okuyacaklar için kısaca yineleyeyim. Çok elit seviyedeki istisnalar haricinde iyi teknik direktörün elindeki malzemeyi doğru tahlil eden, hayal satacak futbol anlayışları benimsemek yerine gerçekçi yaklaşan, oyuncu grubuna uygun bir kimlik oturtan ve rakiplerine göre buna esneklik katabilen anlayışlardan çıkacağını düşünüyorum.

Regragui’de de tam olarak bunları görüyoruz.

Her şeyden evvel, Fas kadrosunu doğru tahlil etmemiz gerek. Bu kadro oyunu tamamen ön alana yıkmaya çalıştığı, rakip yarı sahada kümelenme çabası gösterdiği takdirde çok fazla arıza gösterecek bir kadro.

Takımda dar alan becerisi yüksek az sayıda oyuncu var ve bunlardan yalnızca bir tanesi bu dar alanda doğru karar alabiliyor. Savunma oyuncuları ağır. Orta sahalarının tamamı rakip karşılama endeksli oynayan ve topu aldığında kat edecek mesafe arayan isimler. Hepsinden önemlisi, dribbling ile şutunu birleştirebilen bir orta sahaları yok.

Basit örnekle bir Bakasetasları yok.

Peki bu kadroda ne var?

Seti yönetecek bir lider ve bir tamamlayıcı stoper, koridor kullanabilen iki (hatta Portekiz maçıyla gördük ki üç) bek, oldukça sert ve temaslı oynayan, kazandıkları topu hem cephede hem iç koridorda sürebilen, dar alandaki zayıflıklarının aksine açık sahada çok doğru karar alabilen orta sahalar ve bire bir tehdidi yüksek iki kanat var.

Kalede de oyunun kendi ceza sahası ve çevresine yıkılmasından rahatsızlık duymayacak, güvenilir, kurtarış yüzdesi yüksek bir kaleci.

Fas, geçmiş turnuvalarda benzer çekirdekle oldukça cüretkar ama biraz hayalci bir futbol oynamaya çalışıyor, seyir zevki de veriyor ancak sonuç alamıyordu. Regragui bu hayalciliği ortadan kaldırdı ve turnuvanın en iyi set savunmasına sahip takımını ortaya çıkardı.

Yine geçmiş içeriklerde onlarca kez tekrarladığım bir husus var. Ağırlıkla savunma yapan takımların topun arkasına geçmeleri yetmiyor. Bunu başarıyla uygulamak için binbir türlü değişken var.

İyi savunma yapmanın öncelikli şartı ceza sahasına gelen topu karşılamak değil, o topu olabildiğince zor hale getirmek. Başka bir deyişle pasörü rahatsız etmek. Üretim kapasitesi yüksek oyuncular, siz çok iyi savunma yaparken de 1-2 pozisyon oluşturabilir ama siz bu sayının 4-5’e çıkmasına izin verirseniz muhakkak skoru değiştirir.

Fas, turnuva başından bu yana hemen her rakibini benzer şekilde karşılıyor.

Regragui, çoğu savunma takımının aksine En-Nesyri’nin yanına bir oyuncu çıkarıp ikili baskı bloğu oluşturmak yerine rakip stoperlerin çıkışına özgürlük tanıyor. Rakiplerinin kendi yarı alanına yerleşmelerini kabul edip, başlangıçtaki ‘yalancı’ baskıya çok takılmayıp orta sahalara saldırıyorlar.

Ounahi ve Amallah, oynadıkları rakiplerin ikişer pivotuyla eşleşerek onların mesafe kat etmelerini ya da rahat top çıkarmalarını engelleme görevine sahip. Sınırsız faul özgürlükleri var. Zira faul yaptıkları noktalar genelde kaleye yakın değil ve yakın olsa bile Fas, duran top savunabilecek kadar fizikli bir takım. Haliyle oldukça sert bir ikili ortaya çıkıyor.

Ziyech ve Boufal başlangıçta rakip beklerle eşleşseler de bu eşleşmeler maç içinde değişkenlik gösterebiliyor. Fas’ın izin verdiği oranda hücuma yerleşen takımlar bekleri neredeyse sıfıra gönderiyor ve sağ-sol kenarlara stoperlerini açıyor. Bu noktada Ziyech-Boufal ikilisi, bu iki hattın arasını doldurarak hem pas geçirmemeyi hem de olası kontrataklarda avantajlı noktada topla buluşmayı hedefliyorlar.

Takımın belki de en önemli güvenlik merkezi Sofyan Amrabat. Top kesme, alan doldurma, sırtı dönük top alabilme gibi temellerin yanında top sağ çizgiye geldiğinde müthiş bir istasyona dönüşüyor. Buna birazdan tekrar değineceğiz.

Romain Saiss, oyun geride oynandığında çok iyi bir savunma lideri. Arka dörtlünün çizgiyi oluşturmak için takip ettiği oyuncu. Aguerd de forvetle eşleşen, cebelleşen, amiyane tabirle hamallığı yapan oyuncu.

Şimdi tüm bu rol dağılımını ve savunma felsefesini çok iyi uyguladığınızı düşünelim. 90 dakika çok konsantresiniz, her yere yetişiyorsunuz ve rakiplerinizi kolay kolay oynatmıyorsunuz. İyi bir savunma takımı olmak için bu da yetmez.

Ne kadar çok top karşılarsanız karşılayın, sürekli baskı kuran ve size hiçbir dönen topu bırakmayan rakibi 90 dakika savunmanız mümkün değil. Belki 30,40,45 dakika olabilir, belki bir maçlığına 90 dakika da tutabilir ama sizi Dünya Kupası yâri finaline götürmez.

Bu da Fas’ın “turnuvanın en iyisi” olduğu ikinci alan.

Kontrataklar

İyi bir kontratak takımı olmanın olmazsa olmazı oyunu genişletebilmek. Size merkezden sınırsız top taşıma özgürlüğü verecek takım sayısı çok az. Ayrıca sadece merkezden top taşıyarak rakibi geri bastırabilmeniz ve yormanız da çok zor.

Bununla beraber, çizgilere önlem alındığı takdirde sıfıra inen bir takım olmamak için merkezde de top taşıma tehdidine sahip olmanız gerekiyor.

Amrabat ve Ounahi, kısa-orta mesafe dribblingleri güçlü ve açık sahada top sürerken doğru karar da alabilen oyuncular. Temasta yıkılmıyorlar ve belli oranda ters ayak kullanımları da var. Ayrıca, tam olarak karşılayan kelime olup olmadığı konusunda şüphe duysam da ‘oyun motorları’ çok iyi. Daha basit bir dille topun etrafında sürekli onları görüyoruz.

Amallah da bahsettiğim dribbling kabiliyetine ve kolay kolay yıkılmayacak kadar güce sahip ama karar kalitesi diğer ikili kadar yüksek olmadı. Yine de orta sahada topu sürebilen üç oyuncuya sahip olmak müthiş bir lüks.

Oyunu genişletmesi beklenecek ilk iki oyuncu Ziyech ve Boufal. İkisi de bire biri çok etkili, derin top atabilen, şut tehdidi de bulunan oyuncular. Ziyech, Boufal’den farklı olarak taç çizgisine yapışık da oynayabiliyor. Ayrıca üst bacakları kalın oyuncular. Bu da tek hamlede topu rakibe anahtar teslim yapmamaları anlamına geliyor.

Arkada da başta bu işi dünyada en iyi yapan Hakimi olmak üzere Mazraoui ve Attiyat gibi koridor bekleri var.

Şimdi, bu oyunculara sahipken cevaplanması gereken iki soru var. İlk top nasıl çıkarılacak ve rakip alana geçerken/geçtikten sonra nasıl kullanılacak.

Cevaplar, Fas’ın sıklıkla tekrarladığı iki kontratak tipinde yatıyor. Çok fazla şekille kafa karıştırmadan, düz bir şablonla görelim.

Tabii ki gereksiz bir takıntıyla, makine gibi aynı şeyi tekrarlama güdüsüne sahip değiller. Bu anlatı robot gibi çalışılmış bir antrenman pratiğine vurgu yapmaktan çok sonucu yansıtıyor.

Genelde ilk top Hakimi’ye ya da Aguerd üzerinden Hakimi’ye gidiyor, bazen de burada kazanılıyor. Hakimi köşede topu aldığında Amrabat hemen üçgenin merkez parçası olarak yanında bitiyor ve Ziyech de kendini taç çizgisine atıyor.

Amrabat topu aldığında baskı yiyorsa Ziyech’i görmeye çalışıyor. Ziyech sırtı dönük top alabilen bir oyuncu ve arkasında savunmacı varken topu koruyabiliyor. Yeterince güçlü bir baskı yoksa Amrabat bu kez kısa dönüşle orta alana bakıyor, ya ilerliyor ya da Ounahi başta olmak üzere takım arkadaşlarını arıyor.

Her kontratak takımında zorunlu olduğu üzere ters tarafta genişletecek biri lazım, o isim de Boufal.

Topu çıkarmayı başardıktan ve orta sahayı geçerken topu en iyi kullanacak Ziyech’e teslim ettikten sonra müthiş bir hız kazanıyorlar. Ziyech genelde çizgide olduğu için Hakimi süratle iç koridora giriyor, Ounahi de Ziyech’in bıraktığı boşluğa iniyor. Bu ikiliden biri topla buluşabilirse sağ kanatta sıfıra inerek top çeviriyor. Buluşamazsa orta sahaya dönmek, topu içeri çekip vurmak ya da yine Boufal’e dönmek gibi opsiyonlar mevcut.

Bu da ters tarafta şekillenen geçiş hücumlarının basit bir şeması.

Boufal, Ziyech gibi tamamen taç çizgisine yapışarak topu güvenli kullanabilecek bir oyuncu değil. Bunu zaman zaman yapabilir ama tamamen bu şekilde kullanması güç, kullanabilse bile üst satırlarda belirttiğim üzere Amallah’ın karar kalitesi Ounahi-Amrabat ikilisine göre bir tık zayıf.

Doğal olarak burada çizgiyi sol bek (son maçta Attiyat), iç koridoru Boufal kullanıyor. Amallah dışında da bu hattı rahatlatmak için pas opsiyonu olması adına En-Nesyri geliyor.

Ön üçlü topu hızla çekebilen ve yüzünü merkeze dönebilen oyuncular. Bu da Boufal üzerinden bir anda yön değiştirebilmelerini sağlıyor. Rakip alana çıkınca görselin sağındaki gibi bir yerleşim kazanıyorlar.

Bu aşamada Boufal ister orta keser, ister şut çeker, ister ters tarafta Ziyech’i görür, ister Attiyat’ın önüne bırakır ya da Amallah’a ve görselde olmayan diğer orta saha oyuncularına şut imkanı hazırlamaya çalışır.

Birçok takım, savunmadan topu gelişigüzel uzaklaştırırken taç çizgilerine yakın noktalara göndermeye çalışıyor ama Fas’ta durum farklı. Uzaklaştırılan topların çoğu orta yuvarlağa gönderiliyor. En-Nesyri sırtı dönük oyunu kuvvetli bir forvet ve genellikle daha zayıf stoperle kendini eşleştiriyor. Çok sayıda top indiriyor ve etrafındaki dribblingcileri oynatıyor.

En-Nesyri yerine ilerleyen dakikalarda oyuna dahil olan Cheddira biraz daha sprint temelli futbol oynuyor. Zaten o sahadayken kanatlar da değişmiş oluyor.

İspanya ve Portekiz maçları

Grup aşamasında da harika top oynayarak büyük zaferler elde ettiler ancak onları dahil edersek bu yazı yarı finale kadar yetişmez. Bu nedenle son iki maça odaklanalım.

İspanya, toplu oyunu çok güçlü kılmayı ilke edinmiş, oyunu tamamen rakip alanda oynamayı arzu eden bir takım. Toptan ve topu daha iyi kullanacak parçalardan vazgeçmiyorlar, kalecilerine kadar bunun peşinden gidiyorlar.

İspanya’nın oyununu çok güçlü kılan ve temeli besleyen iki faktör var. İlki, ceza sahası ve çevresine toplu-topsuz girip burada her türlü üretkenliği sağlayabilen Pedri-Gavi ikilisi. İkincisi de sahte forvetin ters tarafına skorer (Ferran Torres vb) oyuncu sokuyor olmaları.

Regragui, İspanya maçında top kullanma kabiliyetleri çok yüksek olmasına rağmen Laporte ve Rodri’nin açılmasına sonuna kadar izin verdi ve onlara çıkacak baskıdan bir oyuncu eksiltip Pedri-Gavi ikilisinin üzerine sürdü. Bu ikili savunma bloğu arasında topla buluşamayınca daha geriye gelmek zorunda kaldılar.

Rodri’nin yemen yanında top alan bir Pedri ve Laporte’un bir metre önünde top alan bir Gavi, İspanya’nın oyununun en önemli gücünün yok olması demek.

Bu ikili arzu ettikleri noktada topla buluşamayınca oyun sağ-sol çizgilere açılmak durumunda kaldı. Solda orta saha özellikli Olmo’nun 1v1 ve 1v2 kapasitesi yetersiz kaldı, sağda da alametifarikası ceza sahasını karıştırmak olan Ferran Torres kaleden çok uzaklaştı.

Zaten İspanya’nın etkinliği büyük oranda Williams ve Fati girdikten sonra gelişti.

Fas, özellikle ilk yarıda neredeyse kazandığı her topta tehlike üretti. İspanya savunması ağır ve geri çekildiğinde güven vermeyen oyunculardan oluşuyor. Rodri’nin orijini stoper değil, Llorente’nin orijini sağ bek değil ve Alba da iyi bir savunma beki değil. Gol bulamamış olmasına karşın yakaladığı geçişlerde sağladığı tehditle Fas, rakibinin temposunu ve cüretini kırmayı başardı.

Portekiz ise bambaşka kimlikte bir takım.

Bana göre şampiyon oldukları EURO 2016 dahil, hiçbir zaman sağlam set savunmasına karşı iyi plan geliştirebilen bir ekip olmadılar. Zaten kupayı da bu şekilde almadılar.

6-1 biten İsviçre maçı dahil Portekiz’i güçlü kılan yön, kendilerine şuursuz pres yapan takımlara karşı geriden çıkmak ve Bruno Fernandes’in yönettiği geçişler ile duran toplarda skor kovalamak oldu.

Portekiz’in sakatlanan Nuno Mendes dışındaki tüm bekleri savunmada problemli. Kanadı dönen Bruno Fernandes ve Joao Felix de rakip bekleri takip ederek geriye gelmiyorlar.

Tüm bu faktörler, direkt olarak Fas’ın “seti savun, her iki çizgide kontratağa çık” mantığına bire bir uyuyor ve uydu da.

Bernardo-Bruno-Felix üçlüsünü iki bekleri, Ounahi ve Amallah ile tıkadılar. Dalot ve Guerreiro sıfıra inmeye başlayınca Hakimi ve Attiyat tamamen onlarla kaldı, merkez baskısına Amrabat ve zaman zaman En-Nesyri katıldı.

Özellikle ilk yarıda çok sayıda net gol pozisyonu bulmalarını da burada kazandıkları toplar sağladı.

İkinci yarıya, özellikle Saiss çıktıktan sonrasına uzun uzadıya odaklanmaya gerek yok zira Fernando Santos’un A’dan Z’ye her hamlesiyle “eleniyorum” diye bağırdığını düşünüyorum.

Bir de, unutmadan: Bono, Bono, Bono.

Hırvatistan’dan, Belçika’dan, İspanya’dan ve Portekiz’den gol yemediler. Kalelerini sadece 2-0 önde oldukları Kanada maçında koruyamadılar. Çıktıkları her müsabakada onlar ne istiyorsa o futbol oynandı ve sonuna kadar, söke söke hak ederek rakiplerini elediler.

Fas, Dünya Kupası tarihinde yarı final gören ilk Afrika takımı oldu.

Bizler de keyifle izledik ve izlemeye devam edeceğiz.