Detay

Ada Vapuru #1 | Brentford ve Londra'da duygusal ayaklar

17 Ağustos 2021 Salı 13:10 - Son Güncelleme 17 Ağustos 2021 Salı 15:00  |  Kaynak : TRT SPOR

74 yıl sonra Premier Lig'e duygusal bir 'merhaba'... Londra'da, bünyesinde farklı hikayeler barındıran devlerin düellosu... Ada Vapuru, ilk bölümünde iki unutulmaz mücadelenin hikayesine uzanıyor.

74 yıl sonra ilk anons

Üç kuşak o günü bekledi, o anın hayallerini torunlarına miras bıraktı…

Community Stadyumu, geçtiğimiz Cuma akşamı 74 yıllık hasretin son buluşuna ev sahipliği yaptı.

Brentford, Batı Londra’da yer alan küçük bir banliyö kasabası. Burada futbol, İngiltere’nin hemen her noktasında olduğu gibi halkı aynı heyecan için bir araya getiren ortak bir tutku görevi görüyor.

Ada’da şehirlerin, bölgelerin takımlarını tutma kültürü futbolseverlerce bilinen bir gerçek ama kabul etmek gerekir ki başarılar bir kulübün hayran kitlesini oluşturmakta fazlasıyla belirleyici oluyor.

Brentford yıllar boyunca kendisine gönül veren taraftarlarına başarı duygusunu tattıramadı. Bu camia, en üst klasmandaki son maçına 1947 yılında, Griffin Park’ta çıktı. Yine de, belli bir kitleden ibaret olsa da bölge halkının takımlarına aşkı sonlanmadı.

Kısa süre önce yıkılan Griffin Park, Brentford’ın birinci ligde oynadığı son maça ev sahipliği yaptığında takımın küme düşmesi kesinleşmişti. Yine de pek çok futbolsever, takımlarının Arsenal ile oynayacağı kapanış maçı için, yıllar boyunca kasabanın en şanslı üyeleri olarak anılacaklarını bilmeden tribünlerdeki yerlerini aldılar.

Günümüz Brentfordlılarının büyükbabaları ve büyükanneleri, o gün koltuklarında kulübün 74 yıl boyunca hasretini çekeceği son en üst lig müsabakasını seyrettiler.

Bilinen ve sonlanan en uzun Premier Lig hasreti Bradford City’ye ait. 1922 yılında devler tiyatrosuna veda eden Bradford City, 1999’da geri döndü. Bu yıl Brentford, Bradford City’nin ardından İngiltere tarihinin en büyük ikinci özlemine son veren takımı olmak için sahaya çıktı.

Aslında bu hikaye bir yıl erken yazılabilirdi…

Thomas Frank yönetiminde girdiği 2019-2020 sezonunda harika bir grafik çizen Londra ekibi, ikinci sırayı elde etmek ve doğrudan Premier Lig bileti alabilmek için West Brom ile çekişiyordu.

Son iki haftaya girilirken West Brom, Brentford’ın bir puan önünde konumlanıyordu.

Slaven Bilic ve öğrencileri, Huddersfield ve Queens Park Rangers maçlarında toplam beş puan bırakarak Frank’in ekibine Premier Lig şansını altın tepside sundular.

Ancak Brentford her iki maçını da kaybetti…

Play-off finaline uzanan ve Fulham mağlubiyetiyle yerini düş kırıklığına bırakan öykü, bölge halkını bir daha asla bu heyecanı yaşayamayacaklarına inandırdı.

Üstelik camia, yeni sezonda takımın en değerli iki parçasını, Said Benrahma ve Ollie Watkins’i yitirdi.

Şartlar ne olursa olsun doğru plandan vazgeçmemek ve aynı klasmandaki rakiplerinize göre akıl üstünlüğü kurmak sizi ödüllendiriyor. Brentford, Thomas Frank ile yola devam ettiği ve transfer tahtasında neredeyse 60 milyon euro kâr ettiği 2020-2021 sezonunda bir kez daha ligi üçüncü bitirdi ve yeniden play-off finaline yükseldi.

Bu kez rakip Swansea’ydi.

Henüz maçın başında Toney ve Marcondes’in bulduğu goller, 90 dakikanın sonunda Wembley Stadyumu’nu ve Batı Londra’yı aynı anonsla inletti: “Brentford, Premier Lig’de!”

Peter Gilham büyük bir Brentford efsanesi.

Bu tabir akıllara en olası ihtimalleri getirmesin, zira kendisi ne bir futbolcu, ne bir teknik direktör ne de bir yönetici.

1947’de, tam da takımın son kez en üst ligde sahne aldığı yılda dünyaya gelen Gilham, 51 senedir kulübün stat anonsörlüğünü yapıyor.

Elinde mikrofonuyla yüzlerce maçta görev alan Gilham, Cuma akşamı kariyerinde ilk kez bir Premier Lig maçını anons etti. Gecenin kapanış sözleri, 17 bin futbolseverin sevinç çığlıkları arasına karıştı.

Bugünü yaşamak için kimse onun kadar emek vermiş olamaz, değil mi?

Futbol hikayelerini seven ve Brentford’ın Topçular karşısında elde ettiği tarihi zaferi seyreden tüm sporseverler, son düdükle birlikte kameralara yansıyan ve gözyaşlarını tutamayan taraftardan etkilenmiş olsa gerek.

O taraftar Derek Burridge’di.

Burridge, 26 Mayıs 1947 günü Griffin Park tribünlerinde oturuyordu. Kendi deyimiyle, savaş döneminde ve televizyonun olmadığı 40’lı yıllarda futbol arzusunu dindirebilmenin tek yolu stadyuma gitmekten geçiyordu.

O gün Arsenal karşısında gözyaşları içinde takımını bir alt lige uğurlayan Burridge, Cuma akşamı Community Stadyumu’nda yine gözyaşlarıyla tarihi Arsenal zaferini karşıladı.

Bu anları yaşamayı kimse ondan fazla hak edemez, değil mi?

Peter Gilham Premier Lig’e çok yakıştı. Derek Burridge Premier Lig’e çok yakıştı.

Brentford, hikayesi ve rengiyle dünyanın en iyi ligini güzelleştirmek için sahnede yerini alıyor.

Londra’da duygusal ayaklar

Kuzey Londra’da güneşli bir gün. Premier Lig’de yeni sezonun ilk ‘Büyük Altılı’ mücadelesi. Ancak iki takımın tek ortak özelliği bu değil…

Tottenham – Manchester City karşılaşması başladığında ertesi günün manşetleri çoktan yazılmıştı. Hepsi tek bir isim üzerinde yoğunlaşıyordu. Ancak bu karşılaşma Harry Kane’in olası transferinden çok daha fazla hikayeyi içinde barındırıyordu.

Tottenham taraftarı aynı anda çok fazla duyguyu hissederek stada ulaştı. Tadını çıkaramadıkları yeni statlarına yeniden kavuşmanın mutluluğunu yaşıyorlardı. Tottenham Hotspur Stadyumu yapıldıktan kısa bir süre sonra seyircisiz kalmış, harcanan milyarlardan sonra önemli bir gelirden olmuştu.

Londra ekibi için yeni bir dönem başlamıştı. Geçtiğimiz sezon 7. sırada tamamlanmış, takımın en önemli parçası yerinde kalmak istemediğini söylemişti. Vertonghen’den sonra Alderweireld’in de ayrılmasıyla bir dönem kapanmış, savunma hattı Romero ile yenilenmişti.

Yeni hocaları, geçtiğimiz sezonlarda Ada’nın ortasında kendi ‘Portekiz’ şubesini açan ve ekibi sakatlıklarla boğuşmasa çok daha iyi işler çıkartabileceğini gösteren bir isimdi. Ancak yeterli değildi. Şimdi yeni adresinde rakipleriyle aynı seviyeye gelebileceğini kanıtlaması gerekiyordu.

Tottenham yeniliklere uyum sağlamaya çalışıyordu. Harry Kane onlardan biriydi. Sezon sonunda ayrılmak istediğini dile getirdi, tatil sonrası karantinada kaldı, antrenmanlara katılmadı ve bu maç için kadroda yer almadı. Nuno Espirito Santo, hazır olmadığı için kadroda yer almadığını belirtirken, bizler de kafamızda oynaması durumunda karşılaşabileceğimiz tablonun şeklini çizmeye çalışıyorduk.

Santo, Kane’in yokluğunda olabilecek en iyi taktiği uygulayarak Son-Bergwijn-Moura üçlüsünü ön alanda hızlı ve değiştirerek oynattı. Diğer taraftan Avrupa Şampiyonası’nda birçok sporseverin elenmesini haksızlık olarak gördüğü Danimarka ile harikalar yaratan Höjbjerg dinamik oyunuyla izleyenleri kendine hayran bırakıyordu. Mourinho ile ekşi-acı bir çizgide ilerleyen ve ancak o gittikten sonra kadroya girebilen Dele Alli ise ön tarafta arkadaşlarına ayak uydururken savunmaya en az arkasındaki oyuncular kadar katkıda bulundu.

Bütün bunlar dünyaya bir mesaj veriyordu. Tottenham’da öyle veya böyle her oyuncu Harry Kane’in yaratacağı boşluğu doldurmaya hazırdı. Korner kullanmaya giderken taraftarı coşturan Son için bu, uzun zamandır beklediği bir fırsattı. Kane’le yakaladıkları müthiş uyum dışında, lider rolü üstlenmek için gerekli isteğe ve kısmen yeteneğe sahip Koreli için aslında bu durum oldukça avantajlı.

Yıllarca haklı olarak “Kane’in takımı” olarak anılmış, potansiyelinin tavanı yıldız golcü üzerinden belirlenmiş ve yokluğu ihtimalinde hedefsiz kalacağı yönünde konsensüs oluşmuş bir takım, Kane’in muhtemel yeni durağına karşı oynuyor. Birkaç hafta öncesinin ‘ikinci adamı’, bu dev maça büyük bir meydan okumayla çıkıyor. Nihayetinde vazgeçilen takım, tercih edilene baskın geliyor. Bitiş düdüğünün Son'da uyandırdığı hisler tarifsiz olsa gerek...

Tıpkı Aston Villa’nın Grealish’ten sağladığı geliri üç ayrı isme kaynak olarak kullanması gibi, Tottenham da Son’un etrafına onun oyununu geliştirebilecek takviyelerde bulunursa, ekip küllerinden yeniden doğabilir ve Büyük Altılı’nın bir parçası olarak iddiasını sürdürebilir. Burada bütün mesele atılacak adımlarla oyuncu psikolojisini iyi yönetmek etrafında dönüyor.

Psikoloji yönetiminin sezon boyunca büyük bir öneme sahip olması durumu City için de geçerli. Grealish transferinden sonra Harry Kane’in de kadroya katılması bazı problemleri beraberinde getirebilir. Oyunun taktik yönü, futbolcuyu kendi oyununa adapte edebilme ve takımı olabilecek en iyi şekilde sahada konumlandırma, futbol tarihinin en ayrıntıcı teknik direktörü için işten de öte ‘son derece disiplinli bir eğlence aracı’.

Guardiola’nın izlediğimiz üç takımı da tarihin en sistematik ve başarılı ekipleri halini aldılar. Ancak tüm bu taktiksel zekanın yanında öğrencilerinin mutlu olmasını sağlayamazsa, her detayını öncesinde masaya yatırdığı ve çok sevdiği oyun tarzını sahada göremeyecektir. Bernardo Silva’nın haklı mutsuzluğu, Sterling’in milli takımıyla kendine geldikten sonra bu maçta istediğini sahaya yansıtamaması, De Bruyne ve Foden’ın sakatlıkları geçtikten sonra sahaya kafalarında soru işaretiyle çıkıp çıkmayacağı gibi problemlerin önüne geçtiği anda, Manchester’ın mavi yüzleri için başarının gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Harry Kane’in dinledikçe can acıtan ve bir türlü sonuca bağlanamayan transfer hikayesi oyuncunun istediği şekilde ilerlerse, City’nin psikolojik atmosferi iyi yönetmesi halinde bu transferden büyük avantaj sağlayacağı kesin.

Öte yandan Kane’in Tottenham’da devam etmesi halinde profesyonelliğin gerektirdiği ölçüde mücadele ederken, bulunduğu ortamda mutsuz olan her insan gibi büyük bir performans düşüklüğü yaşaması işten bile değil. Sadece kendisi değil, yokluğunda lider rolüne hazırlanan Son ve transfer işinin bir an önce karara bağlanması gerektiğini düşünen takım arkadaşları için de aynı durum söz konusu. İki yıl önce Harry Kane-siz takımı Şampiyonlar Ligi’ne taşımayı başaran Güney Koreli göreve hazır.

Bu sefer bu kadar iddialı değil.

Ancak denemeye değer…

 
 

Sıradaki Haber
Batshuayi neleri değiştirebilir?
Yükleniyor lütfen bekleyiniz