Detay

Diğer Chicago hikayesi

14 Mayıs 2020 Perşembe 21:42 - Son Güncelleme 14 Mayıs 2020 Perşembe 23:13

"Bu hikaye bir 'Son Dans' ihtişamında olamadı hiçbir zaman. ‘Michael Jordan kusursuzluğu‘ yoktu bu öyküde... Rose'un hikayesi daha çok, bir dram dizisi şeklinde yaşandı" Erbatur Ergenekon yazdı.

Koronavirüs sebebiyle oyunun askıya alındığı, spor dünyasının çok zor günler geçirdiği bu zaman diliminde, 'Majesteleri' çıktı yine ortaya; adeta bir süper kahraman gibi... Oyunu elinden tuttu ve ayağa kaldırdı. Ortalığı kasıp kavuran 'The Last Dance' - ‘Son Dans’ belgeseli ile birlikte sporseverler, Chicago Bulls'un ve NBA'in sihirli günlerine ışınlanmış gibi hissetti. An itibariyle ortada olmayan oyunu ve spor ruhunu canlandırdı Michael Jordan... Bunu zaten sadece Mike yapabilirdi.

Büyük organizasyonların büyük isimleri vardır. Bakmayın siz ‘Kimse X kulüpten büyük değildir’ gürlemelerine. Sporcular ve kulüpler birlikte daha da büyürler.

Chicago Bulls, tarihin en büyük ismine sahip olmanın keyfini ve gururunu yaşadı yıllarca. Dünya üzerinde insanlar bir anda Bulls taraftarı oldu, Jordan hayranlığı ile... En çok onların ürünleri satıldı, en çok onlar izlendi. Çocuklar parklarda bahçelerde ‘Michael gibi’ oldular istemsizce... Bir hanedanlık, hatta bir efsane oluştu rüzgarlı şehirde...

Elbette başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır... Yıllar, bir masal kitabının kelimeleri gibi aktı, geçti... Kum saatindeki zaman doldu, Jordan ayrıldı, o büyülü günler mazide kaldı.... 

Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olamazdı, bunu herkes biliyordu. Ancak 'Belki' dedirten bir dönem yaşadı Chicago. ‘Derrick Rose’ diye bir özel bir adamın başrolde olduğu; ancak filmin 'Last Dance' gibi başarı belgeseline dönüşemediği, hatta tam tersi fonda 'Güz Gülleri' melodisinin duyulduğu, bir diğer Chicago hikayesi dönemi.

Gülllerin içinden...

Derrick Rose, 1988 Yılında Chicago'da dünyaya geldi... Doğma büyüme Chicago çocuğuydu yani... Daha küçük yaşından itibaren basketbola yeteneği ortadaydı. Ağabeyleri ile arasında önemli yaş farkı vardı. Ancak Derrick o kadar yetenekliydi ki, ağabeyleri onunla oynamaktan kaçınıyorlardı.

Çok konuşkan değildi, hiçbir zaman da olmadı zaten. Hayat felsefesini 'Onlara Göstereceğim' mottosu ile tanımladı Derrick. Bu isimle bir kitap bile yazdı. Yani konuşmuyor, yaparak ifade ediyordu kendini. Aslında yaşadığı yer oluşturmuştu bu karakter özelliğini. Chicago'da büyüdüğü mahalleler, uyuşturucu ve çeteler ile bezenmişti. Afrika kökenli Amerikalılar'ın zor süreçler yaşadığı, yaşamak zorunda kaldığı yerlerdi o sokaklar.

Kardeşleri sıkıntılı işlerde yer almıştı. Ancak Derrick hiç dahil olmadı bu konulara... O basketbol topunu daha küçükken eline almış ve bir daha bırakmamıştı. Her seferinde potalarda buluyordu kendini. Onun kaçış yeriydi pota altı. Onun bir profesyonel sporcu olacağını biliyordu tüm çevresi. Küçük Derrick başaracaktı.

Yaşadığı yerde çok fazla ve gürültülü konuşanların çok yaşamadığını gözlemlemişti. Evinin penceresinden dışarı bakarken görüyordu, izliyordu, öğreniyordu. Yıllarca içine kapanık olarak yorumlanan ve çok fazla açıklama yapmaması eleştirilen Rose'un, kendine ait çok haklı bir sebebi vardı. Kitabında bu konulara altını çizerek değinmiştir Rose...

Para kazanmak için basketbol yeteneğini kullandığı da oldu. Ortaya para koyarak oynanan maçlarda hep kazandı, harçlık edindi. O dönemler için "Beni Jason Kidd'e benzetiyorlardı ancak farklıydık. Ben çok hızlıydım ve bunun farkındaydım" diyerek gözlem yeteneğini ortaya koymuştur.

Liseyi, Simeon Career Akademide tamamladıktan sonra, Memphis Tigers'da bir sene kolej basketbolu oynadı.

Yüreğindeki Boğa

2008 yılında, evinin takımı Chicago Bulls tarafından ilk sırada seçildi. Hızı ve patlayıcı gücü onu başka bir boyuta geçiriyordu. Özeldi Derrick Rose. 2008 - 2009 sezonunda yılın çaylağı seçildi. 2011 yılında En Değerli Oyuncu ödülünü kişisel müzesine götürdü. Bu ödülü kazanan en genç isim olmuştu Derrick. Michael Jordan ve arkadaşları sonrası en güzel günlerin bittiği ve şampiyonlukların bir daha gelmeyeceğini söyleyenlere yanıldıklarını kanıtlamaktı amacı. Oyuncu ödüllerini ve başarılarını tek tek kazanıyordu Rose. Sıra şampiyonluk kupasını kaldırmaya gelmişti.

Her şeyi adım adım yapıyordu genç süper yıldız. Artık medyanın bir numaralı gözdesiydi. Jordan sonrası tüm gözler yeniden Chicago'ya çevrilmişti... (Bu durumun onu oldukça zorladığını daha sonra verdiği röportajlarda ifade etmiştir) Beklentilerin zirveye çıktığı Rose'un üçüncü NBA sezonu, onun zirveden yere çakılış ve bir anlamda dağılış sezonu olacaktı....

Mutlu son hayallerde

2012 Play-Off dönemiydi. Chicago Bulls, Philadelphia 76ers ile karşılaşıyordu. Son çeyrekte Bulls 12 sayı farkla öndeydi ve maçın bitmesine sadece 1 dakika 22 saniye vardı. Rahat galibiyete uzandıkları bu anlarda Rose (nedense) hala parkedeydi. Bir anda dünya karardı. Bir pozisyon sonrası kendini yere bıraktı. Kara haber tez duyulmuluştu her zamanki gibi. Rose'un çapraz bağları yırtılmıştı. Oyunun esas kısmı hıza ve patlayıcılık gücüne dayalı bir sporcu için felaket bir haberdi bu. Elbette sakatlıklardan dönebilen isimler olmuştu. Ancak Derrick için bu, daha kötü günlerin habercisiydi. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Geri dönüş için çok çalıştı. Konu ile ilgili reklam çalışmaları yapıldı. Gel gör ki sakatlıklar yakasını bir türlü bırakmadı. 2014 ve 2015'te iki kez sağ diz menisküsünü yırttı. Chicago'da bir zamanlar umudun sembolü olan 1 numaralı forma, artık hayallerin solduğu adam figürüne dönmüştü. Bu Chicago hikayesinin, Jordan efsanesi ile uzaktan yakında benzerliği kalmamıştı. Bu Chicago hikayesinde mutlu son yoktu...

Güllerim soldu

Umut kesildi. Önce New York'un, ardından Cleveland'ın yolunu tuttu. Bir şeyler hep eksikti. 2018'de Minnesota'da forma giyerken, Utah Jazz'a karşı 50 sayı buldu ve maç sonunda gözyaşlarını tutamadı. Tüm salon MVP tezahüratı ile ona soyunma odasına kadar eşlik etti. O sakatlıklar olmasa neler yaşanabileceğini hatırlatan bir geceydi.... Oyunu değişmişti. Kendi sözleri ile, sakatlıkların ardından nasıl şut atacağı ritmini nasıl bulacağı, onu en çok zorlayan başlıklar olmuştu.... Aslında psikolojik olarak da o düşüş onu başka biri yapmıştı...Son olarak Detroit’e doğru yol aldı.

Şiirdeki gibi 'Bugün solan bu gül yarın açabilir' umudu, asla beklenen bahar bahçesini getirmedi... Hep bir 'Ah keşke' tınısı olarak kaldı kalplerde....

Evet bu hikaye bir 'Son Dans' ihtişamında olamadı hiçbir zaman. Kader böyle yazılmamıştı... ‘Michael Jordan kusursuzluğu‘ yoktu bu öyküde... Rose'un hikayesi daha çok, bir dram dizisi şeklinde yaşandı. Yokluk içinde bir hayat, birçok işte çalışıp ailesini ayakta tutan bir anne, Uyuşturuculardan ve çetelerden uzak kalmaya çalışan bir çocuk ve çocuğun elinde bir basketbol topu. Hayattaki en büyük ve haklı gururu, kazandığı para ile annesine aldığı ev. Yaşanan acılar ama ne olursa olsun kalkıp mücadele etmeye devam etme gücü.

İşte bayanlar baylar, Chicago'nun diğer hikayesi bu fırça darbeleriyle resmedildi.....

Rose'un hikayesini bir gün bir belgesel olarak izlediğinizde 'Son Dans' pırıltısında değil, bir başka kırık melodi eşliğinde takip edeceksiniz. Coşkusu eksik, hüznü fazla... Çünkü bir Japon atasözünde ifade edildiği gibi 'Müzik değişince, dans da değişir' 

Kaynak: TRT SPOR

Sıradaki Haber
Pele’nin gölgesindeki yıldız: Garrincha
Yükleniyor lütfen bekleyiniz